25 Temmuz 2009 Cumartesi



Bilirsiniz ki,Türkiye birçok zaman eleştirilen bir ülke olmuştur.Siyasetten ekonomiye,sosyal yaşamdan kültüre,ilişkilere kadar herşey sorgulanır ve eleştirilir.Sürekli de şikayet edilen noktalar vardır.Ve bu konuşmaların sonucu da genellikle AB'ye girme noktasına gelir.

Ülkemizde,ne yazık ki,az da olsa,cesaretli köşe yazarları,karikatürcüler vadır.Ve onlar,tüm risklere rağmen,birçok gerçeği acımasızca da eleştiriler.

Bende,nette gezindiğim anların birinde,Hürriyet'in sayfasında bir karikatüre denk geldim ve bunu site de yazmayalıyım dedim.

Karikatürde anlatılan aslında,Türkiye'nin klişeleşmiş konularından biridir.Ekmek çalan hapislerde sürünür adam öldüren çıkıverir diye de kalıplaşmış yorumlar gelir.

Peki,bu yorumların kalıplaşmasını sağlayan bizlermiyiz,bu noktalare getirenler mi yoksa bilmediğimiz bir topluluk var mı?

Bununda ötesinde,madem göze çarpalar eksikliklerimiz var,neden düzeltilmeye çalışılmaz ben bunu çok merak ediyorum.Kanallarda hergün bir tane ekonomi uzmanı saatlerce konuşur ama ekonomide bişey değişmez.Yada devlet başındakilerden her zaman şikayet edilir ama seçen de bizizdir.Bunun örnekleri arttırmamız mümkün tabi.

Benim,burdan söylemek istediğim tek şey,elimizdekilere sahip çıkabilmemiz.Uzaktan konuşmakla değil,elimizi taşın altına koyarak bişeyleri çözebiliriz gibi grliyor bana...
İnsanlık öle bir gelişme göstermiş ki insan okudukça şaşırıyor gerçekten. Çok ilkel şartlarda başlayan insanlık tarihi bugünlere nasıl gelmiş. Ben sizlere, bunun yemekle ilgili kısmından küçük anektotlar sunmak istedim. Çatal kaşık kullanmak nasıl başlamış, geçmişte bugüne nasıl gelmiş merak ettiniz mi? İşte sizler için çatal kaşığın doğumu...

ÇATAL-KAŞIK KULLANMA
Avrupa'da Rönesans başlangıcına, diğer bir deyişle insanların titizliğin ve temizliğin farkına varmalarına kadar, bütün bir tarih boyunca yemek yerken ellerini kullanıldığına dikkat çeken uzmanlar, yemek yerken kullanılan parmak sayısının o kişinin statüsünü gösterdiğini söylüyor. Normal insanların beş parmaklarını kullanmalarına karşılık, uzmanlar asillerin üç parmaklarını kullandıklarını ifade ediyorlar. Ve şöyle devam ediyorlar:



''Aslında Latince çatal anlamına gelen kelime, çiftçilerin hasadı havaya atıp savurmada kullandıkları dev çatalların isminden türemiş. Bunların çok küçükleri Türkiye'de Çatal Höyük'de yapılan kazılarda bulunmuş ama ne işe yaradıkları, milattan 400 yıl öncesinde sofralarda yemek yemede kullanılıp kullanılmadıkları tam anlaşılamamış. Çatal konusunda kesin bilinen bir şey, ilk defa 11. yüzyılda, İtalya’da bulunan Pisa Kulesine ev sahipliği yapan Toskana'da ortaya çıktığıdır. İki uçlu olan bu çatallara insanlar 'Tanrının bahşettiği yiyecek yine Tanrının verdiği parmaklarla yenilebilir' diye şiddetle karşı çıkarlar.

Fransız ihtilalinin biraz öncesinde Fransa'da yavaş yavaş dört uçlu çatallar kullanılmaya başlanır. Zamanla çatal kullanmak lüks, asalet ve statü göstergesi olur. Çatalla birlikte sofralarda her insan için ayrı tabak ve bardak kullanmak adeti de gelişir, toplumun tüm sınıflarına ve giderek dünyanın diğer yerlerine de bu adet yayılır.''

Çatalı sol elle tutma gibi gösterişe yönelik nezaket kurallarının, çatal kullanımı halka yayılınca da devam ettiğini belirten uzmanlar, ''Avrupa'da ve oradan yayılan kültürlerde, yemek süresince çatalın sol, bıçağın sağ elde tutulması gelenek haline gelir. Avrupalılar çatalı ellerinde tutarlarken çatalın uçları yere bakar. Amerikalılar ise çatalı sağ elde uçları yukarı bakacak şekilde tutarlar'' dedi.

Ve tabi ki Türk mutfağını atlamıyorum...


Türk MUTFAĞI

Türk mutfağı geçirdiği tarihsel evrim, yemek çeşitleri, hazırlama ve pişirme yöntemleriyle Dünyanın sayılı mutfakları arasında yer alır. Orta Asya'dan Anadolu'ya gelinceye kadar Türklerin geçirdikleri aşamalar ve uyum sağlayıp özümledikleri yeni kültürler çok zengin bir mutfak geleneğinin oluşmasına yol açmıştır.
Eski Türklerde toplum düzeninin yemekle yakın bir ilişkisi vardı. Sık sık bol yemek ve içki ikram edilen toylar, şölenler düzenlerlerdi. Hanların, beylerin bu tür ziyafetler düzenlemesi halkına türlü ikramlarda bulunması köklü bir gelenekti.
Türklerde "Ülüş" adı verilen bir geleneğe göre toplu yemeklerde herkesin ortaya getirilen bir kızarmış koyunun neresinden yiyeceği özellikle Oğuz boylan arasında, önceden belirlenirdi. Göçebe yaşamının ve hayvancılığın yanı sıra tarımla da uğraşan Orta Asya Türklerinin yemeklerinin temel öğesini et, süt, yağ ve peynir gibi hayvansal ürünler oluşturuyordu. Özellikle yoğurt tek başına yada başka yemeklerde katkı maddesi olarak önemli bir yer tutardı. Yiyecekler arasında önemli bir yeri ekmeğin yanı sıra, un ve bulgura dayalı çeşitlerinin ana öğesini un ve et oluşturuyordu.Eski Türk yemeklerinden biri olan mantıya benzeyen "tutmaç." besin değeri yüksek doyurucu bir yemekti. "Kavut" adı verilen tatlılarını ise arpa ununa pekmez katarak hazırlarlardı. Zengin et yemekleri arasında bumbar (bağırsak dolması), sucuk, kebap çeşitleri. İşkembe çorbası, kavurma, közleme külleme, pastırma ve yahni çeşitleri sayılabilir.


Dünya mutfaklarından pek çok şey duymuş, okumuşsunuzdur. İtalyan mutfağı, Yunan mutfağı ki Yunan mutfağının Türk mutfağına yakın olması her zaman tartışma konuları yaratmıştır. Bun devamın da Uzak doğu mutfağındaki ilginç tatlar bir çok zaman, yemek sohbetlerimize konu olmuştur. Peki hiç Fransız mutfağının önemini düşünmüş müydünüz?

Fransız Mutfağının Önemi



Fransa’yı aşçılıkta ünlü bir ulus yapan kişi herkesten çok, Anton’in Careme (1784-1833). Careme, yemek pişirmeyi ve uygun bir biçimde servis yapmayı düzenleyen ve bunları işini bilerek kaleme alan ilk kişi. Yoksul bir aileden geliyor ve çalışma yaşamına aşçı yamağı olarak, belki de şişleri çevirerek başlıyor. Bir süre sonra bir pastacının yanında çalışmaya başlıyor.

O günlerde varlıklı kişilerin evlerinde verilen gösterişli ziyafetlere hazırlanan pastalar, günümüzde yemek üstüne yediğimiz basit tatlara benzemiyor. Bunlar, yemek süresince masayı süslemek, boyutları ve ayrıntılarıyla konuklan etkilemek amacıyla yapılan, mimari boyutlarda, görkemli yapıtlar oluyor. Fransa, İngiltere, Rusya ve Avusturya'daki en büyük devlet adamları için çalışan Careme, Avrupa tarihinde önemli rol oynayan birçok toplantıda yemek listelerini hazırlıyor. Avrupa yemeklerinde olduğu kadar, mutfaklarında da köklü değişiklikler gerçekleştiriyor. Yiyeceklerin sofraya, bugün bildiğimiz sırayla olmasa da, belirlenmiş bir sıraya göre getirilmesi için kurallar geliştiriyor. Bir konuğun bunların hepsini yemesi beklenmese de, masada aynı anda pek çok yemek çeşidi olabilirdi. İngiltere ile Fransa'da ve dolayısıyla aşçılığın bütün dünyadaki gelişmesinde etkili olan iki Fransız daha var: Soyer ve Escoffier.


Alexis Soyer (1809-58), Fransa'da aşçılık eğitimi gördükten sonra 1831'de İngiltere'ye giderek sonunda Londra'daki bir erkekler kulübü olan Reform Kulüp'te aşçıbaşı oldu.
1847'de The Times gazetesine, İrlanda'da büyük açlık ve sefalete yol açan korkunç kıtlıktan söz eden mektuplar yazdı. Bunun üzerine hükümet kendisini, bu konuda neler yapabileceğini incelemesi için oraya gönderdi. Soyer halka çorba ve et pişirecek geçici mutfak-ar kurdu ve önceki fiyatının yarısına, iyi yiyecekler yapmayı başardı.

İngiltere'ye dönüşünden, masada yemek pişirmek için kullanılabilecek küçük bir ocak yaparak bunun nasıl kullanılacağını gösterdi. 1855'te, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kırım Savaşı'nda (1853-56) çarpışan İngiliz ordusunun yemeklerinin pişirilmesini yeniden düzenleme işini üstlendi. Açık havada kullanıla¬bilecek özel bir ocak yaptı. Askerlere verilen haşlanmış etin suyunun döküldüğünü görerek, bunun çorba olarak içilmesini ve bütün yararlı özellikleri kaynatıldığı suya çıkmış olan etin atılması gerektiğini bildirdi.
“Aşçıların Kralı ve kralların aşçısı" olarak tanınan Auguste Escoffier (1847-1935), çalışma yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği İngiltere'de, Avrupa'nın o günlerde en ünlü otellerinden olan, Londra'daki Savoy Oteli ve ardından Carlton Oteli mutfaklarını yönetti. 62 yıl süren meslek yaşamı sırasında, Avusturyalı büyük opera şarkıcısı Nellie Melba' nın onuruna "peşmelba" adını verdiği şeftalili dondurmayı ve bir çok yeni sosu yarattı; İngiltere’de, otel ve restoranlardaki aşçılık düzeyini yükseltti.
Careme, Soyer ve Escoffier, zengin ve etki¬li ki§ilerin mutfaklarında ve restoranlarında çalışırlarken, halkın mutfaklarında da pek çok değişiklik oluyordu. İngiltere’de ev işlerine ili§kin ilk kitabi Isabella Mary Beeton yazdı. Bu kitapta yalnızca yemek pişirme konusunda öğütler verilmekle kalınmıyor, ayni zamanda evlerin nasıl temizlenip düzenleneceği ve hasta olan aile bireylerine nasıl bakılacağı da öğretiliyordu.


Sizlere bu anektotları hazırlarken, birkaç karikatür buldum. Öğrenci aşçıların dünyasındaki sıradan öğrencilerden farklı olan küçük espriler. Dilerim, sizlere küçük bir tebessüm ettirebilirim...

DÜĞÜNLERİN VAZGEÇİLMEZİ PASTA



Patalar,birçok özel günün protokol konuğu olmuştur.Doğum günleri,nişanlar,düğünler ve pek kutlama da önemli rolü olmuştur.Peki nedir bu düğün pastasının hikayesi?Neden çok katlı olması önem taşır?

Günümüzde düğüne, evlenen çift tarafından bir pastanın kesilmesiyle başlanılmasının vazgeçilmez bir adet haline geldiğini ifade eden uzmanlar, pastanın kat kat yüksekliğinin biraz da sosyal statü olarak görüldüğünden gelin ile damadın, boylarını aşan bu pastaları, kılıç gibi uzun bir bıçak kullanarak ancak kesebildiklerini belirtti.

Romalılar devrinin başlangıcında aşçıların çok saygın bir meslek grubunu oluşturduklarını bildiren uzmanlar, bu aşçıların milattan yaklaşık 100 yıl önce bazı adetleri değiştirdiklerini söyledi. İlk önceleri düğünlerde küçük ve tatlı kekler yapıldığını ve düğüne getirilen keklerin bereket getirmesi için gelinin başı üstünde ufalandığını ve çiftin bu kek kırıntılarını birlikte yemesi gibi bir adet başladığını bildiren uzmanlar, şunları kaydetti:

''Zaman geçtikçe misafirler de evlerinden getirdikleri fındık, fıstık, kurutulmuş meyveler ve bala bulanmış bademlerle düğün törenine katkıda bulunmaya başladılar. Adet hızla Avrupa'nın batısına, oradan da İngiltere'ye geçti. İngiliz aşçılar kekleri bir çeşit biraya batırıp kendilerine has düğün pastalarını yarattılar. Orta çağın başlarında ise bu adet bir süre unutuldu. Gelinin başına buğday ve pirinç dökülmesi tekrar moda oldu. Ne zaman ki dekoratif ve süslü bisküviler, yağlı çörekler ortaya çıktı, adet yine değişti. Misafirler bunları evlerinde yapıp düğüne getirmeye başladılar. İngiltere'de ise bu getirilenler üst üste yığılmaya başlandı. Yiyecek yığını ne kadar yüksekse o kadar iyi, o kadar çok bereket habercisi idi. Evlenen çift bu yığının üzerinden birbirlerini öptükten sonra öncelik gelinde olmak üzere yiyecek tepeciğinin yenilmesine başlanıyordu.''

Uzmanlar, İngiliz ve Fransız aşçılar arasındaki mesleklerine yönelik yaratıcılığın, en iyi, en dekoratif ve en lezzetli pastayı yapma yarışı süreci içinde düğün pastası adetinin de yayıldığını ve düğün törenlerinin olmazsa olmazları arasına girdiğini dile getirdi.

14 Temmuz 2009 Salı

kilolara veda


Benim de daha önce uygulamış olduğum,küçük bir diyet örneğini sizlerle de paylaşmak istedim.Açıkçası ben,uzman kontrolünde olmayan reklam amaçlı dağıtılan diyetlere karşıyım.Çünkü herkesin bir metebolizması var.Sağlık problemleri,alerjiler gibi birçok hoş olmayan durumla karşılaşma ihtimali vardır.Buradan da yaptığınız diyetlere dikkat etmenizi hatırlatmak isterim.

sabahları:
3 tane badem
4 tane fındık
2 tane kuru kayısı
1 dilim kepek ekmeği
domates
peynir
salatalık
çay-kahve-meyve suyu (çay bitki çayı olması tercih edilir.mümkünse çay kahve şekerisiz.meyve suyunuda biraz su ilave ederseniz kalorisi düşer.)

her sabah aynı mönüyü uyguluyorsunuz.Gördüğünüz gibi oldukça çok besin var.

1.GÜN ÖĞLEN
simit
domates
peynir
ayran

2.GÜN ÖĞLEN
peynirli tost
domates
ayran

3.GÜN ÖĞLEN
yarım kilo meyve (mevsim meyvesi olmasına özen göstermenizi tavsiye ederim.)

4.GÜN ÖĞLEN
simit
peynir domates
ayran

5.GÜN ÖĞLEN
peynirli tost
domates
ayran

6.GÜN ÖĞLEN
simit
peynir
domates
ayran

7.GÜN ÖĞLEN
omlet
domates

öğle yemeği için günleri değiştirebilirsiniz.
akşam yemeklerinde özel bir mönü takip etmeniz gerekmiyor.yemeklerin yağlı olmamasına özen gösterin.Karbonhidrat ve proteini lütfen karıştırmayın.Kuru fasulye pilav ikilisi gibi.

ve bunun sonucunda 2 hafta da 6 kilo verebiliyorsunz.
tabi unutmayın ki kısa zamanda çok kilo vermek sağlık değildir.çünkü ilk aşama da azalan kilomuz,vücudumuzdan giden suyu göstermektedir.Mümkünse sporla diyetinizi desteklemeniz daha verimli ve kalıcı sonuçlar almanıza katkıda bulunucaktır.ve salatayı her zaman joker olarak kullanabilirsiniz. Tabi ki yağlı olmamasına dikkat ederek.

Ben bu diyeti uygularken arada tatlı kaçamakları yaptığım halde,kilo verebildim.
Herkese bol şans :)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

dans show :)



Yaklaşık 7 aydır amatör olarak dansla ilgileniyorum.Ve dansı çok sevdiğim için çeşitli videolar,karaografiler izlemeye çalışıyorum. Demiştim ya,herşeyden paylaşabileceğiz bu sitede.Şimdi hayatın canlı renklerinden paylaşmak istiyorum sizlerle.Ben izlediğimde çok etkilendim. Sizler ne düşüneceksiniz merak ediyorum :)

Siz bunların hepsini biliyormusunuz :))

Türkiye'nin Farklı Renkleri

Bugün sizlerle iki haber paylaştım. Düşesin,çocukları ziyereti 2009 yılı içinde kış aylarında çıktı. Trükiye'nin turizmle ilgili haberide bugünler de.Ve ben bunlara Türkiye'nin renkleri diyorum.Sizler ne dersiniz bilemiyorum.Gelirimizi arttıralım,para kazanalım peşine düşerken,bazı parçalarımız karanlıkta kalıyor olmalı ki görmesi gerekenler ne yazık ki göremiyor.

Dilerim ki,karanlıklarımıza,kendi ülkemizden de ışık tutan birileri olur ve aydınlığa doğru ilerlemeyi başarbiliriz...

DÜŞES'İ AĞLATAN GÖRÜNTÜLER


İngiliz Kraliyet Ailesi’nin eski gelini York Düşesi Sarah Ferguson, kılık değiştirip İstanbul ve Ankara’daki iki Rehabilitasyon Merkezi’ne girdi.
Gizli kamerayla çocukların içler acısı durumunu görüntüleyen Ferguson, "Onların dramını görünce çığlık attık" dedi. Utandıran görüntüler 6 Kasım’da İngiliz INT Televizyonu’nda yayınlanacak.
İNGİLTERE Kraliçesi Elizabeth’in ortanca oğlu Prens Andrew ile evlendikten sonra York Düşesi unvanını alan Sarah Ferguson, İngiliz ITN televizyonunda yayınlanacak "ITN’s Tonight" programı için gizlice geldiği Türkiye’de engelli çocuklara kötü muameleyi TV programı yaptı.

15 yıldır dünyanın her yanında çocukların yaşam koşullarını iyileştirmek için faaliyetlerde bulunan Sarah Ferguson, kılık değiştirerek engelli çocukların kaldığı Ankara ve İstanbul’daki Çocuk Esirgeme Kurumu’na ait devlet yurtlarına girdi. Gizli kamera ile yurtlardaki içler acısı durumu tespit eden İngiliz düşes, Türkiye’nin imajına da ağır darbe vurdu.
Kızı Prenses Eugene’in eşlik ettiği Ferguson’un 6 Kasım’da yayınlanacak programı dün İngiltere’nin çok satan Daily Mail gazetesinde "Fergie’den çok gizli: York Düşesi Kılık Değiştirerek Türkiye’deki Yetimhanelere Girdi" başlığıyla verdi. İşte gazetenin haberinden ilginç bölümler:
"York Düşesi koyu bir peruk ve başörtüsüyle kimliğini gizledi. Tespit ettiği şok edici sahneler onu ve kızlarını değişim için savaş vermeye kararlı yaptı".
Ardından haber Ferguson’un ağzından şöyle verildi: "Ankara’daki Saray Rehabitasyon Merkezi’nde yüzlerce kırmızı ve mavi yatakta çocuklar ve gençler ellerinden ya da dizlerinden yatakların metal çubuklarına bağlanmışlardı. Burası bir yetimhane değil, terkedilmiş çocuklar deposuydu. Birçoğuna yerde yatar halde pis koşullarda yemek yedirildiğini görünce çığlık attık. İki kadın bizi görünce çarşafla yüzlerini gizledi. Koku dayanılmazdı. Çocukların çiş bezlerinin parasızlık yüzünden değiştirilmediği söylendi. Ardından Zeytinburnu’ndaki Rehabilitasyon Merkezi’nde 60 çocuğun kaldığı binayı ziyaret ettik. Burada oyuncak yoktu. Elleri kolları bağlanmış bir kız koridorda yatıyordu."
Düşes sözlerini Türkiye açısından üzüntü verici şu sözlerle bitiriyor: "Ankara’daki Saray yetimhanesinde çocukların bağlandığı bezden bir parça aldım. Bunu konuşma yapacağım her yere götüreceğim ve değişim için savaşacağım."

Guardian'dan Türkiye'ye 3 Sayfa


The Guardian gazetesinin hafta sonları yayınladığı seyahat eki Travel Türkiye'ye üç sayfa ayırdı. Özellikle Türkiye'de tren yolculuğunu konu alan gazete, trenlerin temiz, geniş ve kısmen de olsa avantajlı olduğuna vurgu yaptı.
Buna karşın Türkiye'de tren biletlerinin çok ucuz olduğunu yazan gazete, en son başlatılan kampanyalarda Türkiye'de 30 günlük tren bileti alanların Türkiye'yi baştan sona gezebileceklerini yazdı. Bilet fiyatlarını Avrupa ülkelerinde olan fiyatlarla karşılaştıran gazete, Avrupa ülkelerinde bilet fiyatlarının Türkiye'dekinin neredeyse on kat daha pahalı olduğuna dikkat çekti.

Haydarpaşa tren garının mimari olarak etkileyici olduğunu yazan The Guardian, "Her gün binlerce kişi Avrupa yakasından vapurla Haydarpaşa garına geçerek buradan Anadolu'ya seyahat ediyor. Trenler Türkler tarafından doldurulmuş, yolculuk boyunca sadece bir çift turiste rastladım. Turistlerin treni bu kadar az kullanmasına da anlam veremedim. Yakında İstanbul-Ankara hızlı tren seferleri hayata geçecek ve mevcut trenlerle yapılan 8 saatlik yolculuk süresini 4 saatten daha aza indirecek." ifadelerine yer verdi.
Trenle yapılan yolculuk sırasında Türkiye'nin tarihi yerlerinden geçme fırsatı bulduklarını yazan gazetenin muhabiri, "İstediğiniz zaman trenden istediğiniz yerde inip tarihi yerlere gezebilirsiniz." yorumunu yaptı.
Trenin ülkenin doğusundan batısına önemli noktalardan geçtiğini hatırlatan gazetenin seyahat eki, yolculuk süresince trenin uğradığı yerlerde mevcut ucuz butik otellerin bulunabildiğini da ekledi.

Foton Kuşağı



Ben ilk duyduğumu da, açıkçası biraz telaşlandım. Dünya da geçirdiğim son 2 yılım olabilir düşündüm. Araştırmacılara göre, 2012’ de foton kuşağı dediğimiz bir döneme girecek dünyamız. Ancak biraz daha araştırdıktan sonra, foton kuşağının çokta kötü olmadığını anladım.

Güneş sistemi tüm gezenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak. Yani hayatta kalmayı başarabilirsek, foton kuşağı sonun da, artık yaz aylarındaki kavurucu sıcaklardan kurtulmuş olabiliriz.



Ayrıca yeni kazandıracağı bir başka güzel bir şey var. O da şu, bütün insanların çakraları açılacak ve toplum içinde 6. his dediğimiz duygular ve algılar artacak. Herkes birbirinin fikirlerini okuyabilecek. Bakın, böylece de dedikodu kalkmış olacak ve dostumuzu düşmanımızı daha iyi tanımış, bilmiş olacağız. Ve ben bilseydim, 2 yıl daha sabreder, reiki için çakralarımı açmaya çalışmazdım. Sanırım artık reiki yapmamın bir özelliği kalmayacak. Bu da fotonun benim açımdan oluşturduğu bir dezavantaj oldu.

Ve fotonun güzel bir sonucu daha, insanlar ölümsüz olacaklar. Ölüm olayı başka bir boyuta geçmeye karar verme şeklinde olacak. Bugün, sizi ölüme yaklaştıran, heyecan verici aktivitelerden uzak durduysanız, paraşütle atlama, rafting v.b gibi, artık 2 yıl sonra rahatlıkla yapabilirsiniz.

Bu arada foton kuşağına girmedik sanmayın. Araştırmacılara göre, foton kuşağının kendisinin bir aurası var. İlk aura katmanına da dünyamız, 1962’ de girmiş. İlk gözlemleyen ise İngiliz astronot Edmund Halley olmuş. Yani şu an da, foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içindeyiz. İkinci enerji seviyesine ise 1987 yılında dünyamız girmiş. 2012’ de 3. enerji seviyesine girmesiyle de yaklaşık 5-6 gün karanlıkta kalacağız. Ve güneş sisteminin bu kuşaktan çıkması ise 2000 yıl sürecek. Yani 2000 yıl ölmeden yaşayabileceksiniz. Tabi bu geçiş sırasında hayatta kalmayı başarabilirsek.

Foton kuşağının 1. gününde, uzmanların verdiği tarihe göre, 21 Aralık 2012, kör bölgeye girilecek ve insanların vücut yapıları değişecek, elektrikli aletler çalışmayacak. 2. günde ise, güneş sistemi yeteri kadar çalışmayacağı için hava buzullardaki kadar soğucak, insanlar kendini şişmiş hissedecek. Yani, zayıf bir fiziğe sahipseniz 2 yıl daha keyfini çıkartın. 2 yıl sonra herkes aynı olacak. Böylece, en çok bayanların düşmanı olan, kilo sorunu da ortadan kalkmış olacak. Bakın yine fotonun getirdiği olumlu sonuçlardan biri.

3.-4. günlerde, atmosfer yavaş yavaş aydınlanmaya başlayacak. Elektrikli aletler çalışmaya başlayacak. Yıldızlar yeniden gökyüzünde görülmeye başlayacak. Ve 5.-6. gün de artık kör bölgeden çıkılacak. İnsanlar telepati yöntemiyle psişik güçlere sahip olacaklar. Herkes kendini daha zinde ve dinç hissedecek. Sanırım bu en çok benim için iyi olacak. Sürekli yorgun olmaktan oldukça sıkılmıştım.

Ben bunları öğrendikten sonra, foton kuşağının şöyle olduğunu düşündüm. Aslın da kıyamet kopacak. Ancak hiçbirimiz öldüğümüzü anlayacağımız için, bir daha da ölmeyeceğiz. Kıyamet içinde benzeri teoriler duymuştuk hatırlarsanız. Belki de, kıyametin, bugünkü modern adı, foton kuşağı olmuştur.

Elbette ki tüm bu teorilerin gerçekliğini yaşayarak öğreneceğiz. Tüm dünya için güzel bir gelecek olmasını diliyorum şimdiden.

Ferah'ın Mutfağı

Ferah'ın Mutfağı, zengin yemek tariflerinden oluşan, her gün "ne pişirsem" diye sizi düşünmekten kurtaracak olan çok güzel hazırlanmış bir site. Mutlaka siteyi gezmenizi tavsiye ediyorum.

TUZBİBER

Tuzbiber, her ay sizlerle buluşan,yemek ve yaşama dair yardımcı bilgiler ve öneriler sunan aylık bir yardımcınız. Her ay,farklı yemek tarifleri, yaşam içinden kesitler, farklı röportajlarla sizler için hazırlanıyor...