14 Eylül 2009 Pazartesi

Bir Fitness Merkezinin Reklamı

Reklamlar,özellikle günümüzde,oldukça önemli bir yere sahip.Reklamların yaratıcılığı,gelişen teknolojiyle de beraber çok fazla arttı.Reklamcılık artık o kadar gelişti ki,ne zaman nerede karşınıza çıkacağını bile bilemiyorsunuz.
İşte yurt dışında,bir fitness merkezinin yaratıcılığı...

 
 Baktığınız zaman yalnızca bir durak değil mi? 
 
Sanırım bundan sonra duraklarda daha dikkatli olucaz. :) Oldukça yaratıcı değil mi?

13 Eylül 2009 Pazar

AÇIKLANAMAYAN DOĞA OLAYLARI


 



HAREKET EDEN TASLAR: ABD'nin Kaliforniya ile Nevada eyaletlerinin sinirinda bulunan Death Valley (Olum Vadisi), "hareket eden taslari" ile yillardan beri bilim adamlarini cekiyor. Gunlerce gozlemlenen taslarin yer degistirmesi ise tum arastirmalara ragmen aciklanamiyor.
 
 
 
 
 doga olayi

 
   
 
 
 
 
 
 
 
 
  
 
Beyaz sivri basliklar takmis, kortej halinde yuruyen rahibelerin uzaktan goruntusunu andirdigindan "penitenes" adi verilen bu garip dogal olusumun neden sadece bazi yerlerde meydana geldigi bilinmiyor.

 
 
SEYTAN ATESI: Ya da ates hortumlari. Birkac metre yukseklige kadar ulasabilen alevlerden olusan bir hortum. Birkac dakika suruyor.
 
Bilim adamlarina gore sicak hava akimlari sonucunda olusuyor ancak hangi faktorlerin biraraya gelmesinin sonucunda olustugu kesin olarak bilinmiyor. Daha cok caliliklarda cikan yanginlarda meydana geliyor ama cok ender goruluyor.

 
BUZ HALKALARI: Sibirya gibi cok soguk bolgelerde ortaya cikiyor. 

 
Bazen debisi cok dusuk akar sularda da meydana geliyor.

 
ilim adamlari, tam olarak hangi sartlarda olustuklarini arastiriyor.
 
MAVI GUNES: Misir'in baskenti Kahire yakinlarindaki piramitlerin guvenlik kameralari, 14 Aralik 2006'da saat 16.47'ten baslayan garip bir olayi kaydetti. Gunesin rengi, yaklasik 15 dakika boyunca maviye dondu. Goruntuler daha sonra bir grup fizikci tarafindan incelendi. "Mavi gunes olayi" ile ilgili hazirladiklari raporda su ifadeler yer aldi: "Guvenlik kamerasi tarafindan kaydedilen ve ilk kez belgelenmis olan 'mavi gunes olayi', bugune kadar sadece 5 kez yasanmistir. En son 'mavi gunes olayi' 1950'de Iskocya'nin Edinburg kentinde meydana geldi.

 
 
Ancak bilim adamlari yazili raporlarinda, olaya neden olan etkenlere yer vermediler. Bugun de suren arastirmalarla ilgili bazi bilim adamlari "mavi gunes olayinin" havadaki kirlilige bagli oldugunu savunuyor. Ancak bir baska grup bilim adami, da bu tezi "1950'lerde bu denli bir hava kirliligi yoktu. Ayni oranda kirlilik yoksa, olay nasil ayni sekilde gerceklesebilir?" diyerek tartismayi surduruyor.






 




10 Eylül 2009 Perşembe

İZLEMEDEN GEÇMEYİN :)

http://www.maniacworld.com/bird-loves-ray-charles.html

Mutlaka izleyin izlerken en az onun kadar eğleniceksiniz :)))
Ray Charles dinlerken siz bu kadar eğlenmişmiydiniz :)))

3 Eylül 2009 Perşembe

ETAMİN DENEDİNİZ Mİ?

Etamin,kumaş üzerine yapılan bir işleme çalışmasıdır.Elinizde,motifleri kumaşa aktarmanıza yardımcı olan,desenin,kumaşın neresine nasıl işleneceğini gösteren bir ek olur.Yandaki fotoğraf,şema örneğidir.Şemadan,renk ayrımlarına,desen şekline bakıp,delikleri sayıp kumaşa da aynı şekilde aktarırsınız.Anlattığınız da zor gibi düşünebilirsiniz.Haklısınız,çokta kolay değildir.Dikkat ve biraz da sabır ister.Ama eğer keyif alarak yaparsanız çok zevklidir ve aklınızdaki,siz yoran tüm düşüncelerden kurtulmuş olabilirsiniz.Dikkatinizi tamamen verdiğiniz de sizi,karmaşıklığınızdan uzaklaştırabilen çok renkli dünya etamin dünyası.

Etamin,günümüz de,geri planda kalsa da,bence her zaman değeri olan el işçiliklerinden.
Etaminle küçük keseler yapıp,içlerine kokular koyup,dolaplarınıza,odanıza yerleştirebilirsiniz.Kıyafetlerimizi mevsimlik saklarken,naftalin yada sabun koyarız.İşte naftalin yada sabunu bu keselere koyabilirsiniz.
Ya da mutfağınız da küçük dekorlar oluştarabilir,sıcak tencereleri,tavaları tutmak için tutacakalr yapabilirsiniz.Yaprken keyif alıcak,kullanırken eğleniceksiniz.

 
Sadece,mutfak aksesuarları değil tabi ki.Renkli masa örtüleri yapıp,misafirlerinize keyifli ikramlar sunabilirsiniz.Üstelik kendi emeğinizi sergilemiş olursunuz.Seccadeler,koltuk ve yatak örtüleri gibi birçok ev eşyası hazırlayabilir,evinizi kendi emeğinizle süsleyebilirsiniz.

Örneğin resimde gördüğünüz yastık benim yapmış olduğum bir etamin.Dilerseniz,bu şekilde yastıklar yapabilir,çocuklarınız odasını renklendirebilirsiniz.Yada sevdiklerinize farklı modelleri hediye olarak götürebilirsiniz.Böylece el emeğinizle hazırladığınız bir hediyeyi hatıra olarak vermiş olabilirsiniz.

Bu da gene benim yapmış olduğum bir kanaviçe örneği.Etamini de aynı bu şekilde,tablo olarak yapabilirsiniz.Ama etamin ve kanaviçe çok karıştırıldığı için,ben bir de kanaviçe örneği yayınlamak istedim.

Kanaviçe,motifin,kumşın üzerinde hazır olması ve hazır olan desen üzerine işleme yapılmasıdır.Ancak;etamin,etamin kumaşı üzerine yapılan işlemidir.Hazır da motif yoktur.Şablona bakarak,kumaşa kendiniz aktarırsınız.Etamin kumaşları,örnekler üzerinde genelde beyaz.Ancak farklı renklerde de bulabilmeniz mümkün.

Kısacası,etamin dünyası oldukça geniş.Vakit geçirmek istediğinizde,bişeyler yaratmak istediğinizde,etamin size uyacak olan bir çalışma.Motifleri tek tek oluşturduğunuzu görmek,ayrı bir keyif oluyor.

Denemek isteyenlere kolay gelsin...

Enflasyon Düşmüş

Bugün takip ettiğim haberler de enflasyonun düştüğünü okudum.Tüketici enflasyonu 0.30 düşmüş.Üretici fiyatları ise 0.42 artmış.
Günlerdir televizyonlarda dönen reklamları hatırlarsınız,"alın verin ekonomiye can verin"sloganlı.Bu reklamların mı etkisi oldu,yoksa vatandaş olmayan paralarını harcamaya mı başladı bilemiyorum.Ancak,son yıllarda çıkan ekonomi haberlerine inanmıyorum.Bundan birkaç yıl önce,ekonomide 6.2'lik büyüme olmuştu.Ancak,açıklamalara göre vatandaş bunu hissedemezdi.Çünkü,büyüme vatandaşın cebine yansıtılmamıştı.Ama önemli olan ekonomimizin büyümesi öle değil mi?Şimdi de vatandaşın cebine yansımış ama vatandaş farkedemiyor sanırım.Yansıtılmamaya alışkın olduğu için olabilir.Yada artık görebilmesi için daha büyük gelişimler olması lazım.Fakir hala fakir,zengin hala zengin.Sokaktaki herkes parasızlıktan dert yanıyor ancak TÜFE artmış.
Açıkçası,ben,krizin etkilerini azaltmak,olmayan parayla,vatandaşı alışverişe teşvik etmek için çıkan haberler olarak görüyorum bunları.Evet,insanların alışveriş yapması krizi azaltır,ekonomiyi canlandırır.Basit bir ekonomi teorisi.Ancak,vatandaşta keyfe keder harcayarak para var mı,neyi harcayarak düşünen yok sanki.Devletin verdiği maaş,ev kirası,faturalar,erzak derken ay sonunu zor getiriyor.Hele ki bir de okuyan çocuğu varsa ailenin vay haline.Peki eve ekmek zor alınırken,birde ekonomiyi hareketlendirmek vatandaşa mı düşüyor?
Başkaları batırsın,vatandaş kurtarsın.

Devlete canlı bir ekonomi,vatandaşa bol kazançlı günler diliyorum...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Tarihte 2 Eylül

Bugün 2 Eylül 2009. Bildiğimiz tarihler dışında,hepimizin sıradan olarak gördüğü 2 Eylül,tarihte hangi olayları kaydetti?

2 EYLÜL;

1925:Tekke ve zaviyeler kapatıldı.Sarıklar çıktı ve memurların şapka takması kararı alındı.

1929: Günümüzde,mankenliğin,oyunculuğun yani ekranlara açılan kapının anahtarlarından biri güzellik yarışmaları.İlk güzellik yarışması Cumhuriyet gazatesi tarafından yapılıyor.İlk yarışmanın ilk güzeli ise Feriha Tevfik Hanım oldu. Feriha Tevhik Hanım,yarışmayı kazandıktan sonra sinema ve tiyatro oyuncusu oldu.

1938: Hatay devleti kuruldu.Tayfur Sökmen cumhurbaşkanı seçildi.

1945: İkinci Dünya Savaşı,başbakan Suziki'nin imazaladığı anlaşmayla sona erdi.Bu anlaşmayla,Japonya'nın yöntimini General Mac Arthur'a vermiş oldu.

1968: İlk kadın yazar Sabiha Sertel vefat etti.Sabiha Sertel feminizmin öncülerinden biridir.

1997: Tiyatro sanatçılarından Alev Sezer vefat etti. Alev Sezer,izlediğimiz yabancı sinemaların da seslendirmesini yaptı. Özellikle,Bruce Willis'i ve Mel Gibson'ı Alev Sezer'in sesinden dinledik. Ve bu yıllar içinde,bu iki oyuncuyu seslendiren başka kimse olmadı.

2006: Şırnak,Hakkari,Van ve Diyarbakır'da 7 askerimiz şehit oldu.

Armudun İyisini Ayılar Mı Yer

Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi
olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi
alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu
özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel
bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir
öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o
alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün
bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve
itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, 'Armudun iyisini ayılar yer' düşüncesi
oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana
tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş,
şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu
biriydi.
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra
öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir
üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak
okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer
yapıp profesör olmak istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders
çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally
adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
'Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
'Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini
'
'Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan
kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak
kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda
Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, 'O şahane bir insan;
o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim'
dedi.
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının
erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın' duygusu içinde
bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım.
Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum
ve o kişiyi kıskandım.
'Nasıl yani?' dedim.
'Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği
için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa
ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla
buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu,
hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede
kalıyor, geceleri ona bakıyor.'
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek
eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala
dış görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı' olarak görüyordum. İçimdeki
pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği
aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama
baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer'
diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık, sık bu benzetmeyi
duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl
etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş
olmalıydı.

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los
Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada
oturuyorlarmış . Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup
olamayacağını sordum. 'Kendilerine bir sorayım, eminim
sizinle tanışmak isteyeceklerdir,' dedi ve iki gün sonra, 'Ailemle
konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,'
dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin
yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara
uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, 'O gün ben de aileme gidecektim;
isterseniz beraber gidebiliriz,' dedi. Ailesine haber
verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten
sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında
Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada
buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi.
Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi
çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un
torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar
doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir
davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi
konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca, kendisi
çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum.
'Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da
çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım.
Biz böyle biliyoruz', dedi. Tüylerim diken diken oldu.
Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık
alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek
konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da
vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara
kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına
kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki
öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz
çökerek konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz
hizasına inerek konuşuyorsunuz!' dedim. Bana biraz şaşkınlıkla
gülümseyerek, 'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi. Öyle
bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde
bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi
Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle
ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme
havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin
zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında
telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten
arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek
için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka
bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize
durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta
biriyle dört saat baş başa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le
randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat
etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme
olanağı kaybolmuş.

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği
belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az
işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık
duygusu, bir 'keşke' olmayacak.

Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulaşır mıydı?'

'Evet', dedi, 'yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başa zaman
geçirirdi. Ve ilave etti, 'Biz böyle gördük, böyle
biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek,
'Nereden biliyorsun?' diye sordum.

'Biz Frank'le konuştuk' diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan
çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın
karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da
acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce
kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi
çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı.
Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle
ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım
kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne
yapabilirim?' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.
Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun
davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally,
içinde yetiştiği ailede, var oluşun beş boyutunu da doya, doya
yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze
konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen
güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve
çocuğun CAN'ı beslenir.

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum,
seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu
mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel
mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık
biriyim!' diye yoğrulur.

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, var oluşun beş
boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.

Doğan Cüceloğlu